Bir Yazar: Kevser Ruhi, Bir Eser: Kehribar Kadınlar

Bütün kadınlar çiçektir… Bütün kadınlar güzeldir… Bütün kadınlar mücevherdir… Bu söylem çeşitli krem, losyon, tekerlek ve bilumum makarna reklamlarında işleniyor. Dünyanın bu haline bakınca şaşar kalırım biz kadınları kimler eziyor? Güzel olmamıza tabii ki bir diyeceğim yok ama şu mücevher konusunu biraz açmak istiyorum.

Mücevherler, değerli taşlardan yapılan süs eşyaları olarak biliyoruz. Sevdiğiniz bir kadını ya da bir kadın olarak kendinizi bir mücevhere benzetmek isteseydiniz hangisine benzetirdiniz? Altın? Pırlanta? Zümrüt? Herkesin ayrı bir cevabı olabilir. Kevser Ruhi kısa öykülerinden oluşan kitabında, anlattığı kadınları kehribara benzetiyor. Mücevherler için,  saldıkları ışık, onların değeri ve güzelliklerini oluşturur. Kehribarların bir özelliği, toprak altında kalan ağaç reçinesinin taşlaşmasıdır. İçinde fosilleşmiş bitki ve böcek de olabilir ve çoğunlukla değerini bu fosiller ve bu fosillerin taş içindeki ışık gibi yansımasından alır.

Kevser Ruhi gündelik yaşamın içindeki kişilerin yarım kalan özlemlerini, bunları başka hayatlar içinde nasıl sürdürüldüğünün izini sürüyor. İnsan yaşamın en büyük amacının kendi soyunu sürdürmek gibi görünür. Bir çocuk dünyaya geldiğinde, serpilip gelişmesi etrafına sevinç verir. Çoğunlukla genç kızlar gonca güle benzetilir. Genç erkeklere de Deli-kanlı deriz. Bu gelişimden sonra bireylerin mutlu bir yuva kurup çoluk çocuğa karışması özlemle beklenir. Bu dilimizdeki “çocuklarının mürüvvetini görmek” deyiminden de anlaşılabilir. Yaşam öyle kaygan ve kaypaktır ki düşüncesinde insanın nasıl olabileceğiyle ilgili idealleri kapsasa bile düzen dışı karşı çıkışlara izin vermeyebilir. Özellikle genç yaşta, insanın kafasında kavak yellerinin estiği zamana denk gelen, hevesle başlayan siyasi eğilimler, ülkemizde birçok kişinin yaşamdaki dengesini yitirmesine neden oldu. Pek çok aşklar yarım kaldı. Birçok kişi akli dengesini yitirdi ya da yaşamın içinde hiç düşünmediği yerlere savruldu.  Tam ışık gibi parlayacakken taşlaştı. Kehribar Kadınlar’daki Ercan’ın öyküsü gibi.

Pek çok yaşam kendi içinde taşlaşıyor. Kuşlar,  ağaçlar, çiçekler her şey çoğalırken, baharda renk renk çiçek verirken, hele kiraz mevsiminde başımızda esen sevda rüzgârına rağmen, tüm gücünle, özleminde birinde çoğalmayı  düşlerken sükut-u hayale uğramak da taşlaşmanın başka biçimi. Özellikle doğurganlık kadına yakıştırılıp kadınlardan “bereket tanrıçaları” olmuşken çoğalamamak… Sultan Gelinlerin, Asya Gelinlerin öyküsü; Kehribar Kadınlar öyküsünde işleniyor. Evlenmemiş bir kadının başkalarının çeyizine dantel örerek bir ömür harcamasının derinliği kedi merdiveni öyküsünde dile getiriyor.

Pek çoğumuz kendi yaşamımızda gerçekleştiremediğimiz özlemleri başkalarında sürdürmeye çalışırız. Çünkü insan olmanın var oluş sorunlarından biri “kendimize benzer” insanların var olduğuna inanma ve buna katkı verme çabasında yatıyor. Bir yandan da farklı biri olma arzumuz çoğalıyor. Çoğu zaman dünyanın yaşanan durumu kimseyi yüzde yüz mutlu edemediğinden, bunlara bir de “yeni düzen arayışları “ ekleniyor. Bizler de bu duygulanım ve düşünüşler arasında gidip geliyoruz.

Kevser Ruhi bu paradoksal durumu öykülerinde bireylerin yaşamlarındaki olaylarla örerek ustaca yansıtıyor. Özellikle “gerilimi” ve öyküdeki “tırmanma”yı ustalıkla oluşturmuş olması öykülerine dinamizm katıyor. Kurgu dilinde bir maçtaki “gol pozisyonu” anlatımına yaklaşık bir heyecan seziliyor. Zaman zaman ironik, zaman zaman da duygusal ve şiirsel bir dil kullanıyor. “Kartal bakışlı delikanlılar doru atlar sırtında rüzgârla yarıştı. Suna boylu kızlar billur sesleriyle türkülere girdiler. Sonra kadınlar; ömürleri kehribar kadınlar, yürekleri yakut, gülüşleri inci kadınlar. Onlar Dilamzey’di, Gulnara’ydı, Hatuna’ydı, Setenay’dı, Asya’dı. Sahi den yaşadılar mı?  Sorusu çınarın dallarına asılı kaldı.”

Ya bizler Ayşe’ler Fatma’lar, Ahmet’ler Mehmet’ler… Dünyanın neresinde olursak olalım benzer acı ve özlemlerle yoğrulan siyahı, beyazı, Arab’ı, İtalyan’ı… Hans ya da Clara… Michael ya da Abdullah… Bir varmış bir yokmuş olan ömrümüzde sahiden yaşıyor muyuz?

Sahiden yaşıyor musunuz?

Zehra ÇAM